Başka dinden olup da İslam’a sonradan giren bazı Müslümanlar, bize; “İyi ki biz inceleyerek Müslüman olduk, sizi görerek Müslüman olmadık” demektedirler. Bu adamlar bu sözleriyle bizleri, yani anası – babası Müslüman olup da kendisi de bu surette Müslüman olanların hayatlarında İslam’a çok az yer verdiklerini görmekte ve bizleri tenkit etmektedirler. Avrupa’da her yerinde bu tip yeni Müslümanlarla karşılaşmak mümkündür.
Yıllarca arayıp da bulamadığı “dünya ve ahiret saadetini” İslam’da bulan bu adamlar, bir şairin de dediği gibi; “Ne diyorsa İslam dini, uyacağız suç olsa da…” diyerek, İslam’ı hayatlarının her anında yaşamaya çalışmaktadırlar.
Çünkü İslam, namaz, oruç, hac, zekât gibi İslam’ın sadece ibadetlerini yapmamızı değil, yerken-içerken, otururken-kalkarken, alırken-verirken, evlenirken-boşanırken, ticaret yaparken-üretim yaparken her şeyimize ama her şeyimize ölçüler koymuş bulunmaktadır. Bütün bu ölçüler Müslüman’ın hayatı içinde yaşanacaktır. Bu ölçüleri yaşamaya çalışmak, ölçü dışı düşünce ve hareketlerden sakınmak da “Allah’ı zikir” olmaktadır.
İSLAMIN TOPLUMA BUYRUKLARI
İki veya daha fazla Müslüman bir araya gelerek toplumun ilk nüvesini oluşturmuşlarsa ne yapacaklardır? Dinimizin bu konuda ki emir ve nehiyleri (yasakları) nelerdir? Namaz mı kılmalıdırlar? Tesbihat mı yapmalıdır? Umreye mi gitmelidirler…
İki veya daha çok sayıda Müslümanın bir araya gelmesi ile yapılacak ilk iş, içlerinden birisini kendilerine İmam (baş) seçmeli, diğerleri ona biat etmeli (bağlanmalı) ve eğer vakit girmişse birlikte namaza durmalı veya Ramazansa oruç tutmalıdırlar…
Peygamberimiz, Hazreti Muhammed (s.a.v) irtihal edince (dünyasını değiştirince) defin ve teçhiz için Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ömer onun yanında bu görevi yerine getirmeye başladılar.
Ancak Sahabelerden birisi yanlarına gelerek; “Bazı Sahabelerin Ben-i Sakafe de toplandıklarını ve kendilerine Halife seçmeye çalıştıklarını” haber verdi.
Hazreti Ebu Bekir ve Ömer, yapmakta oldukları işi bırakarak onlar da Ben-i Sakafe’ye gittiler. Orada bulunanlara “ne yaptıklarını” sordular. Onlar da;
“Biz, (Peygamberimizden sonra başımıza) bir Halife seçmek için toplandık” dediler.
Bu işi yapmak isterken de bir ihtilafa (görüş ayrılığına) düşmüşlerdi. O da; “Halife, Muhacirler’den (Mekkeliler) mi olacak, yoksa Ensar’dan (Medinelilerden) mi, idi.
Hz. Ebu Bekir ve Ömer onlara; “Siz delirdiniz mi? Şimdi Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimize ait son görevlerimizi yapmanın zamanıdır. Halifeyi sonra seçersiniz” demediler. Onlar da halife intisabına (seçimine) katıldılar.
Bu arada Hazreti Ömer, “Hazreti Ebu Bekir varken bu görev ona aittir” diyerek onun elini tuttu ve ona “biat etti (bağlandığını bildirdi)” Böylece baş belirlenmiş oldu.
Diğer sahabeler de Hazreti Ebu Bekir’e biat ederek (itaat edeceklerine söz vererek) halifeyi tespit ettiler. Sonra hep beraber giderek Peygamberimize ait defin ve teçhiz hizmetlerini yerine getirdiler.
“Sahabem, gökteki yıldızlar gibidirler. Hangisini takip ederseniz sizi hidayete eriştirir” buyuran sevgili Peygamberimize yapılacak son görevden önce Sahabeler “Halife seçmişlerse” bu İslam’ın baş seçimine verdiği önemi göstermektedir.
Görülüyor ki hangi önemli ve acele işiniz olursa olsun o ertelenecek ve önce baş yani İmam seçilecektir. Bu cihadın, İslam’da ilk yapılacak farz olduğundandır.
PEYGAMBERİMİZİN VASIFLARI
İmamı-ı Gazali Hazretleri, Peygamberimizin üç önemli vasfının bulunduğunu (görevi olduğunu) belirtmektedir.
Birincisi, “Nübüvvet, Peygamberlik” görevidir. Bu görev kıyamete kadar Peygamberimize aittir. Zira Peygamberimiz “Abduhu ve rasuluhu” da belirtildiği gibi hem “kul” dur. Kulluğun gereği ömrü dolunca vefat edecektir. Hem de ayette “hatemül Enbiya (Son Peygamber)” buyrulmaktadır. Kendisinden sonra bir Peygamber gelmeyecektir.
İkinci görevi, İmamet (reislik, başkanlık, komutanlık) görevidir. Bu görev kendisinden sonra önce Hazreti Ebu Bekir’e sonra sırası ile diğer halifelere geçmiştir. Kıyamete kadar da bu görev Müslümanların başına geçenlerle devam edecektir.
Üçüncü görev, hâkimlik, kadılık görevidir. Kendisine getirilen meseleleri adaletle çözüme bağlamasıdır. Bu görev de kıyamete kadar “adaletle hükmeden” hâkimlerin üzerinde devam edecektir. Onun için Hâkimlik mesleği de aslında bir Peygamber mesleğidir.
Halife veya oturulan makam olan Hilafet makamı, Peygamberimize göre yapılan bir tariftir. Aynı makamın tarifini halka göre yaparsak o makamın adı “Emirlik makamı” orada görev yapana da “Emir” denilir. Bu görevi yapan insana “İmam” da denmiştir. Bu kelimeler Türkçemizde ki başkan, reis, lider gibi kelimelerle anlatılmaktadır.
Dilimize yerleşmiş olan bir önemli ifade var. Birinin en yakını veya en sevdiği bir insan ölmüşse taziye için gelenler ona, “sen sağ ol” demezler de “başın sağ olsun” derler.
Burada kastedilen “en sevdiğin bir insan ölmüş olsa bile senin başında bulunan ve verdiği emirleri yapmaya mecbur olduğun baş’ın yani reisin, başkanın sağ olsun” demektir. Çünkü İslam’da baş’a itaat (Etiullahe, ve etiürresule ve ulul emr’e min küm) de farzdır.