Size kıymetli bir şeyi emaneten verseler onu nasıl taşırsınız?
Aman kimse çalmasın diye onu saklar ve belki de kasalar içine koyarsınız. Size ağır ve kırılacak bir şeyi bir şeyi emanet etseler,”Aman bu kırılmasın ve dikkatli taşıyın” deseler, onu taşıyabilecek birden fazla insanın aramaz mısınız? Sandığın üzerine “DİKKAT… KIRILIR” diye yazmaz mısınız? Emanetin sağlam olup olmadığını sürekli kontrol eder, bunu takip etmez misiniz?
Ya bu emanet; göklerin, yerlerin ve dağların yüklenmekten kaçındığı bir büyük ve kıymetli emanet ise her halde onun üzerinde çok daha hassasiyetle durursunuz.
Televizyon haberlerinde çokça görmüşsünüzdür. Adam, bir inşaatın üzerine çıkar ve intihar etmek istediğini söylerse ve siz de orada iseniz ne yaparsınız? . Bu canı kurtarma derdine düşmez misiniz? Hemen İtfaiyeyi ve Polisi arasınız. Bir taraftan da adamı oyalamaya çalışırsınız. Öyle ya itfaiye ve polis gelmeden adam kendisini binanın üzerinden atarsa, adamı kurtaramaz ve gözlerinizin önünde ölümüne de şahit olursunuz.
İtfaiye sirenlerini çalarak gelmesinden sonra ilk yaptığı iş, adamın düşme ihtimali olan yere, 10 – 12 itfaiyecinin uçlarından tutarak açtığı “can kurtarma çadırı”nı kurmak olacaktır. Adam kendisini atarsa bu çadırın içine düşsün de ölmesin, diye tedbir alırlar.
Bir insanın kurtarılması, onun telef olmaması için en az 10 -12 itfaiyeci kullanıyoruz da “göklerin, yerlerin, dağların kaçındıkları ve insanoğlunun yüklendiği emaneti taşımak için iman sahibi de olsa siz tek kişiye mi bel bağlarsınız?
Evet… Allah’ın emaneti taşımak ve gereğini yerine getirmek için Müslümanların, Ali İmran 103. ayette buyrulan; “Allah’ın ipine (Kur’ana) hepiniz sım sıkı sarılın ve ayrılıp tefrikaya düşmeyin” emrini yerine getirmelerini sağlamanız gerekmez mi?
Çünkü Allah’ın emaneti, ferde ve topluma ait emirler ve yasaklar ile adaletle yönetimi yürütecek, insanların ahlaklı bir şekilde hayat sürebilmesi için yetiştirilmesini sağlayacak, emirler ve yasaklardır.
PEYGAMBERİMİZ NASIL TAŞIDI
Emaneti Peygamberimiz ve ashabı nasıl taşıdılarsa onlar gibi biz de taşıyabiliriz.
Peygamber efendimiz Mekke döneminde en yakınları başta olmak üzere kademe kademe insanlara İslam’ı tebliğ ediyor, onların Müslüman olmalarını sağlıyordu.
Müslümanları “Darül Erkam’da (erkam’ın evinde) topluyor ve bunların İslam’ı öğrenmelerini ve nefislerini terbiye etmelerini sağlıyordu. Bu çalışmalar onların bir cemaat haline gelmesi demekti.
Bisetin 12 ve 13. yılında Medine’den gelen Müslümanları (Mekke’nin içinde Müşriklerin gözü önünde değil) Mekke’den 10 km. kadar uzakta Akabe kayalıklarına götürüyor ve orada onlardan biatlarını alıyordu. Yani onlardan, kendi başkanlığını kabul etmelerini istiyor ve emirlerine itaat edeceklerine ait söz alıyordu. Böylece onları teşkilatlandırıyor, Ümmet haline gelmelerini sağlıyordu.
Miraç ve arkasından gelen Hicretle Peygamberimiz de Medine’ye Hicret ederek ilk İslam devletini kuruyor, kendisi Devlet Başkanı olarak görev yapmaya başlıyordu.
Müslümanlar, sosyal olarak geçirdikleri bu tekamül sonunda, “Anam, babam sana feda olsun Ya Resulalllah” diyorlar, mal ve canlarını, Allah’ın emaneti taşıyabilmek için seve seve verebiliyorlardı.
Bir Hadis-i Şeriflerinde sevgili Peygamberimiz; “Kim bana itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim bana isyan ederse Allah’a isyan etmiş olur. Kim emirine (başkanına) itaat ederse bana itaat etmiş olu. Kim emirine isyan ederse bana isyan etmiş olur. Emirler sizin için bir kalkandır. Onunla düşmana hücum edilir, onunla düşmandan korunulur” buyurarak, güçlü toplum olmanın ve Allah’ın emanetini taşımanın şeklini bize anlatmaya çalışmaktaydı.
EMANETİ NE ETTİK
Her birimiz kendimize, Allah’ın bize verdiği emanetin taşıyıp taşınmadığını sorgulamalı eğer taşıyamadığımıza kanaat getiriyorsak (ki öyledir) mutlaka taşıyabilecek bir sosyal yapıya geçmeliyiz.
Allah’ın verdiği emaneti taşıyabilmek için bir insanın, on insanın, bin insanın sadece imanlı olması yetmemekte, aynı zamanda bir başkanın başkanlığında bir araya gelmeleri, başkanlarına itaat etmeleri, kendilerine verilen görevleri eksiksiz yapmaları şartını da koymaktadır. Bu görev yerine getirilirken de görevin yapısı gereği her bir inanan bu uğura para harcamalı, gençliğini, sıhhatini, ilmini, nefesini bu uğurda tüketmeli, Azrail (a.s) ruhumuzu almaya geldiği zaman bizi “Allah’ın emanetini taşırken” bulmalı, şehit unvanını yakalayarak Allah’a mülaki olmalıdır.
Sözün kısası, “cemaat” olmamız bizim emaneti taşımamıza yetmemektedir. Mutlaka bir başa bağlı “güçlü toplum yapısına” geçmeye mecburuz. Buna İslam; “Ümmet” adını vermektedir. Yoksa bu emanetin hesabını veremeyiz ve Allah korusun, ayetin devamında belirtilen “cahil ve zalim insanlardan” oluruz.