Bundan yıllarca önce genç bir makine mühendisi, Almanya’da bir motor fabrikasında “İmalat Başmühendisi” olarak çalışmakta, bir taraftan da ilmi çalışmalar yaparak kariyerini doktor, doçent ve profesör olarak yükseltmek istemektedir.
Bu genç mühendis öyle çalışmalar yapar ki 2. Dünya savaşında Alman ordularının kullandığı tankların Rusya Sibirya bölgesinde, motorların soğutma suları donduğu için çalışamayınca, bu tankların dondurucu soğuklarda da bile çalışabilmelerini sağlar. Bunun için motor dizaynlarını değiştirir, yakıtlarını değiştirir, soğutma sistemlerini değiştirir.
Bir gün çalıştığı motor fabrikasında sevk platformunda, birçok motorun sevke hazırlandığını görür. Biraz görevinden biraz da meraktan olacak, ilgilere sorar.
“Bu motorları niçin bu platforma çıkardınız?” Kendisine;
“Bu motorlar, Türkiye TZDK (Türkiye Zirai Donatım Kurumu – şimdi kapatıldı) nun siparişleridir, Türkiye’ye gönderilecektir, efendim” derler.
Bu genç mühendis bu beklemediği cevabı alır almaz, tarifi imkânsız bir şaşkınlığın ve üzüntünün içine giriverir. Öyle ya, “el diyarı Almanya’da, başında Başmühendis olarak bu milletin bir evladı bulunsun da Türkiye kendi motorunu kendisi yapamasın. Gelsin Almanya’dan alsın.”
Bu olay kendisinde bir şok tesiri yapar ve ülkesine dönerek ve orada da motor, tank, uçak fabrikaları kurma sevdasına kapılır.
Sevda diyorum, çünkü daha sonraları bu işlerin büyük çabalar sarf edecek ama önüne o kadar çok engel çıkartacaklardır ki gerçekleşen bu emelinin temellerini bile sökerek (Erzincan atılan bir Ağır sanayi tesisi temeli CHP bir milletvekili tarafından sökülecek ve arabanın arkasında TBMM’ne getirildi) yok edeceklerdir.
ÜLKEMİZDE Kİ ÇALIŞMALAR
Bu sevda gün geçtikçe büyür. Öyle ki geceleri uykularını kaplar.
“Nasıl yapacak da ülkesini de kalkındıracak, o bozkırlarda fabrika bacaları yükselecek, istihdam artırılacak, ithalata para ödenmeyecek ve ihracat gelirleriyle insanımızın refahı yükseltilecek?”
Kafasında şekillenen plan ve projesini tahakkuk ettirebilmek maksadıyla bir gün istifa dilekçesini fabrika müdürlüğüne takdim eder.
Fabrika müdürlüğü, elindeki bu çok değerli elemanını kaybetmek istemez. Kendisine normal şartların üstünde çok yüksek maaş teklif ederler, memnuniyetsizliği varsa söylemesini bunun hemen giderileceğini taahhüt ederler.
Fakat bu genç makine mühendisi bir kere sevdalanmıştır. Ne pahası olursa olsun, ülkesinde de mutlaka motor, traktör, uçak fabrikaları kurulacaktır.
İstanbul’a gelince ta öğrenciliğinde beri kendisine manevi bağlarla bağlı olduğu İskender Paşa Camii imam ve hatibi Mehmet Zahit Kotku efendiyi ziyaret ederek, fikirlerini ona açar. O da kendisini tebrik ederek, “ilk yapılacak motorların nebatatın (bitkiler) sulaması gibi çok hayırlı bir işte kullanılmasının doğru olacağını…” ifade ile adının da “Gümüş motor” olmasını teklif eder. Bir taraftan da çevresindeki müridanını (insanları) bu genç Mühendise manen ve madden destek olmaları hususunda teşvik eder.
1962 yılında ben henüz Ortaokula giden bir öğrenciydim ve aldığımız gazetede tam sayfa “Gümüş motor” ilanları çıkmakta ve halkın bu fabrikaya ortak olması istendiğini hatırlamaktayım.
Türkiye de 2,5 Beygir gücünde bir su motoru fabrikası kurulmasına önce bu motorların ithalatını yaparak bu milletin sırtından milyarlar kazanan “mutlu azınlık – Irkçı Emperlalizm’in çömezleri” karşı çıkarlar.
Başbakan Menderes’in olumlu ve destekleyici tutumuna rağmen bunlar ithal ettikleri 2,5 Beygir gücünde ki motorları piyasaya daha ucuz fiyatla sunarak, bu ülkemizin ilk motor fabrikasının iflas etmesini sağlamayı planlarlar. Ancak her seferinde başbakan Menderes’in desteğini alan fabrika üretimine devam eder. Bir zaman sonra öyle bir duruma gelinir ki artık bizzat Başbakan Menderes; “Görüyoruz ki üstesinden gelemediğimiz güçler var. Gelin daha fazla zarar etmeyin. Fabrikanızı devlet olarak biz satın alalım” deyiverir.
Ve Şeker şirketine talimat vererek motor fabrikasının devralınmasını sağlar. Bundan sonra imalatı yapılan motorların adı değişmiş ve “Pancar motor” olmuştur.
1995 yılında yapılan genel seçimlerinde RP (Refah Partisi) den milletvekili adayıyım. Çalışma bölgemde bulunan Ankara/Polatlı ilçesinde çalışıyorum.
Bir ara köylüler birbirleri konuşurken; “Senin Erbakan, benim Erbakan…” dediklerini duydum. Tabii merak ettim. Kendilerine; “Nedir bu Erbakan, yarenliği…” diye sordum. Onlar da; “Erbakan” bizim su motorlarının adıdır. Motorları birbirimize böyle anlatıyoruz, dediler.
“Benim değerli Hocam… Biz gelip henüz propaganda yapmadan sen gelmiş ve köylülerin diline yapışmışsın bile…” demekten kendimi alamadım.
Adı Profesör Necmettin Erbakan olan bu genç mühendisi, kararlarından, yaptığa çalışmalardan ve hedeflerini yakalamak için verdiği büyük gayretten kimsenin geri çeviremediğini daha sonra ki dönemlerde daha yakından tanıma imkânı buldum.
Motor fabrikası elinden çıkar çıkmaz, ülkemizde o zamanlar kredi dağıtım muslukları elinde olan Odalar Birliğini, kendine hedef aldı. Düşük faizli bu kredileri sadece İstanbul dukalarına vererek böylece de onların gün geçtikçe daha zengin olmalarına karşı, Anadolu sanayicisi ve ticaret erbabı teşvik ve destek görmediği için geçtikçe daha fakirleştiren Odalar Birliğine (TOBB) 1967 yılında Genel Sekreter seçilir.