İnsanın şu dünyada tek başına yaşayamadığını, yüzlerin, binlerin veya milyonların bir araya gelerek bir toplum oluşturmaktadırlar. Bu;
— İnsanların zor ve büyük hacimli işlerde işler de birbirleriyle yardımlaşma ve dayanışmasını,
— Acı ve üzüntülü günlerde acıların paylaşılmasını,
— Sevinçli zamanlarda sevinçte ortak olunmasını ve
— İhtiyaçların karşılanmasında insanların birbirlerine yardımcı olmalarını sağlaması açısından çok önemlidir.
Normal toplumlar bu gayeleri hedef alırlar, mutluluk ve saadeti kazanırlar.
Bu gün dünyamızı çepeçevre kuşatan ve “Küresellik” gibi söylemlerle karşımıza çıkan bir başka toplum yapısı ise;
— Sen çalışacaksın ben yiyeceğim,
— İşlerin ve zorlukların yüklenilmesini sen yapacaksın ben safa süreceğim,
— Sevinçler bana kederler sana olacak mantığının hâkim olduğu topluluklardır.
Burada “ben” diyenler küçük bir mutlu azınlık oldukları halde “sen” sözünün
muhatapları milyonluk bütün bir toplumlardır.
Bu iki toplum yapısı içerisinde mutlu olabilmek, mutluluğu yakalayabilmek her halde
birinci toplum yapısında mümkün olacaktır. Çünkü ikinci toplum yapısında büyük çoğunluğun kendi çıkarları için çalıştırılabilmesi ancak yönetimi ele geçirmek ve sürekli elde tutmakla mümkün olacaktır. Toplum içerisinde bu zorba yapıyı hissedenlerin itiraz edecekleri, başkaldıracakları veya kendilerine taraftarlara bularak isyan edecekleri açıktır.
İşte bu itirazların ve isyanların susturulması ve hatta boğularak bastırılması için toplumu kendi mutlulukları için ezenlerin elinde bir takım güçler bulundurması tabiidir.
TOPLUM NASIL ALDATILIYOR
Küreselleşme projelerin uygulandığı günümüzde bütün insanlığı kendilerinin köleleri gibi gören bir zihniyet, bir inanış bulunmaktadır. Kendilerine “Irkçı Emperyalistler” dediğimiz bu adamlar tarihi seyir içerisinde önce krallıklar ve tiranlar kanalıyla bu isteklerini yürütmeye çalışmışlardır. Ancak, ırkının üstünlüğüne inanan Hitler gibi bazı krallar, elindeki güçlere güvenerek bunlara başkaldırması üzerine bu tip insanlarla bütün insanları kendi istekleri doğrultusunda çalıştıramayacaklarını görmüşler ve taktik ve strateji değişikliğine gitmişlerdir.
Önce dünyayı iki kutba ayırmışlar, paraya dayalı, kapitale dayalı, faize dayalı bir ekonomik düzeni kurmuşlardır. Bu düzenlerinde kâr da serbesttir, faizde… Hemen bunu karşısına ise bir güç olarak organize edebilecekleri çalışan kesimleri, işçileri, köylüleri, çiftçileri içine alan emeğe dayalı bir sitem kurarak adına sosyalizm veya komünizm demişlerdir. Bu ekonomik düzende kâr da yasaktır, faizde… Bu düzenlerin komşu ülkelerdeki açınımlarını ise sağcılık ve solculuk olarak isimlendirmişlerdir.
Bu iki gurup arasında milli gelirin paylaşılması açısından büyük farkları ortaya bunları birbirleriyle her sahada çarpışır, savaşır hale getirmişlerdir.
Kapitalizmin kurucusu ve yürütücüsü Adam Scmith, Keynels gibi adamlar da Komünizmin kurucusu ve yürütücüsü olarak görünen Karl Maks, Troçki ve Lenin gibi adamlar da başta açıklamaya çalıştığımız “Irkçı Emperyalist” grubun adamları olmalarıdır. Ayrıca insanların maddecilikte kalması ve hiçbir şekilde maneviyata yönelmemesinin temin edilmesi gayesiyle ortaya Darvin, Durkaym ve Froid gibi adamlar ortaya çıkartılmışlardır.
Bu iki düzenin bir kesit olarak dünya kamuoyuna duyurulabilmesi için Almanya’da ki Berlin duvarını örenlerde ve sonra da yıkanlar yine bunlardır.
BİR AVRUPA HATIRASI
1982 yılında yurdumuzda yapacağımız bir yatırıma ortak toplayabilmek için Almanya’ya seyahat yapma imkânları buldum. Bu arada bazı hissedarların paralarını ülkemize havale edebilmek için bizim Türk bankalarının birisinin Berlin Şubesi müdürü ile görüşme yapıyoruz. Müdür bey bir ara Ankara’da ki yatırımın Genel müdürlüğünü yürüten bana dönerek;
— Müdür bey, dedi. Doğu Berlin’i ve Doğu Almanya’yı gördünüz mü? diye sordu. Ben de kendisine;
— Evet, gördüm. Trenle bir seyahat yaptım dedim.
— Orada insanların nasıl birer esir, birer köle olarak çalıştırıldığını da gördünüz mü?
— Evet, gördüm, dedim. Adam arkasından söyleyeceğini söyledi.
— Komünizm ve onun fikri adı olan sosyalizm işte böyle baskıcı bir rejimdir.
Hâlbuki bak, bizler ne kadar hürüz, her istediğimizi yapabiliyoruz, dedi. Ben de kendisine;
— “Şu faizcilikle, haksız vergi sistemiyle, açıktan para basmak suretiyle, yabancı paralar karşısında paramızı düşürerek yaptığınız oyunlarıyla her yıl milleti ne kadar soyuyorsunuz? Bunu bir hesabını bana verir misiniz?” dedim.
Hangi malı ele alsak onun içerisinde birikmiş, üç de bir oranında faizi, üç de bir oranında haksız vergileri bizler ödüyoruz. Kanunla yasal hale getirdiğiniz her türlü sigorta işlemlerinde sonuçta paramız İngiliz Liloyt da gitmiyor mu?
Millet çalışıyor ama sonuçta kazandığı, emeğinin karşılığı parasını “Üçkâğıt oyunuyla” elinden alınıyor” dedim. “Bunun neresini beğeniyor, neresine övgü düzüyorsunuz?”
Görüldüğü gibi bütün dünyaya kendi çıkarları için çeki düzen vermeye çalışanlar insanların karşısına bir değil iki kukla ile çıkmaktadırlar. Kurdukları allı şanlı tiyatrolarında bu iki kuklayı birbiri ile dövüştürüyorlar. Kendilerine ait medya organlarıyla bunların haberlerini ve yorumlarını yaparak ülkede bunlardan başka kimse olmadığına, bunların da birbirlerinin aymaz düşmanları olduğuna halkı inandırıyorlar. Halk ise ya bunu ya da ötekini tercih etmeye mecbur kalıyor. Veya bir müddet birini deniyor bakıyor ki eziliyor, müddetleri bitince ise bu kere diğerini denemek üzere başının üzerinde taşımaya başlıyor.