— Menfaati (çıkarı), hak zannedenler, mesela “Irak petrollerinde kendilerinin
menfaatleri bulunduğunu…” söyleyerek Irak’ı işgal ettiler.
— Çoğunluğu, başkalarının haklarını ellerinden almak için kendisine uygun görenler,
ben ne dersem sen onu kabul edeceksin. Çünkü çoğunluk bende diyerek azınlıkta olsa insanların haklarını çiğnemeye yöneldiler.
— Kuvveti, ele geçirenler, “kuvvet ben de artık” diyerek başkalarını ezebileceğini
zannettiler ve masum halkın üzerine bombalar yağdırmaya başladılar.
— İmtiyazı bir üstünlük gibi görerek herkesin kendi kölesi olmasına çalışan
materyalist (maddeci) insanlar, ellerine geçirdikleri idari yetkileri yukarıdaki inanışları doğrultusunda kullanmaya başladılar.
Pek tabiidir ki bu yanlış inanışlar hiçbir insana başkasından üstün olma yetkisi veremezdi. Nitekim büyük topluluklar bu tasnife ve uygulamaya karşı çıktılar.
İşte size toplumda büyük gerginlikler meydana getiren düşünce, inanış ve davranışların kaynağı… Böyle bir yapıya sahip toplumda insanlar birbirleriyle sürtüşmeden, kavga ve dövüşmeden durabilir, huzur ve saadet duyabilirler mi?
ORGANİZE OLMAK
Bir fikir veya inanış, kafalarda ve gönüllerde kaldığı sürece o fikir ve inancın uygulamaya geçmesi mümkün değildir. Düşünceler ve inanışların uygulamaya geçmesi isteniyorsa bu fikirleri taşıyan insanların organize olmaları (teşkilatlanmaları) gerekir.
Bu konudaki meşhur atasözümüzü bilirsiniz. “Bir elin nesi var, iki elin sesi var” denmektedir. Yukarıda belirttiğimiz fikirleri taşıyan insanlar (!) da bu ve benzeri prensiplerini ve görüşlerini uygulayabilmek için organize olmuşlardır. Yani bunları yöneten bir başları vardır ve bu başın verdiği emirleri yerine getirmek için itaat eden değişik sahalarda birbirlerine bağlı çalışan insanlar bulunmaktadır.
İfadelerime dikkat ediyor musunuz? Yukarıdaki sürtüşmelerin ve kavgaların kaynağı maddeci ve menfaatçi fikirlerdir ve geldiği yer ise Batı ülkeleridir. Aynı ülkeler güya insanları mutlu kılmak için de “Demokrasiyi de icat etmişlerdir.” Ama bütün dünyaya hâkim olabilmek için kurdukları organizasyonların kesinlikle demokrasiyi kullanmazlar.
Bunlarla uzaktan da olsa teması olduğunu tahmin ettiğim birisine bu durumu sordum. “Bu bir tenakuz (çelişki) değil mi?” dedim. Madem Demokrasi güzel bir sistemdir. Niçin bunlar kendi iç bünyelerinde bu sistemi kullanmazlar da bir askeri yapıdaymışçasına “emir kumanda sistemini” kullanırlar?
Bu adamın verdiği cevap çok enteresandır. Bunun iki sebebi vardır. Birincisi, siz de bir atasözü var.”Horozun çok olduğu yerde sabah tez olur” diye. “Kalabalıklarla iş yapmak zaten mümkün değildir. İş yapılacaksa eğer o iş için kuvvetli bir sevk ve idare sitemi kurulmuş olmalıdır.
İkincisi de sabah olunca ortalık aydınlanır ve bunlar gece karanlığından faydalanarak yaptığı işleri gündüz her kesin gözü önünde yapamazlar” dedi.
Bunlar aynı zamanda zulme, soyguna, talana, yalana ve hortuma karşı, halkın organize olarak karşılarına çıkmasını istemezler”
GÜÇ İÇİN PARA VE İNSAN
Mesela bunlar dünya yüzeyinde geniş bir insan kitlesinin ekonomisini ele almış, uyguladıkları ekonomik düzenle “para gücünü” ele geçirmişlerdir. Bunlar için birinci derecede önemli kuruluşlar bankalardır. Zira bankalar sadece kendi paralarının muhafaza edildiği yerler değil aynı zaman “aman hırsız çalmasın” diye halkın getirip yatırdığı paralardır ve bunların hepsini kullanma yetkisi banka patronlarına aittir.
Bunların bulundukları ülkelerdeki bankaları, o ülke devletinin garantisi altındadır. Yani değişik oyunlarla kendi bankalarının içini boşaltırlar ve bu zararı devlete ödetirler. Ekonomik krizler çıkar bankalar iflasın eşiğine gelir, bunları devletleri kurtarır.
Yurtdışı finans kuruluşlarından kredi alırlar, bu krediler devlet garantisinde kendilerine verilmiştir. Daha sayamayacağımız bir sürü ayak oyunları…
Senin ticarethanen batsa devletten bir kuruş yardım alamazken, devlet bunların zararlarını kuruşu kuruşuna öder.
Bir taraftan da ABD dolarının üzerinde de görüleceği gibi bir piramidin en üst katını kendileri işgal ederek sevk ve idare ettikleri insan gücünü de ele geçirmişlerdir. Zira musallat oldukları ülkelerin yönetimlerine kendilerinin sözünden çıkmayan “İşbirlikçi yönetimleri, işbirlikçi medyayı ve işbirlikçi sermayeyi” kontrolleri altında bulundururlar.
İşte dünyayı sömüren “Irkçı emperyalistler” ellerindeki bu imkânlarla tüm insanlığa karşı adeta savaş verirler ve her seferinde kendileri kazanırlar.
DİĞER SÜRTÜŞME KONULARI
Maddeciliğin, menfaatin temeli zaten çatışmaya dayanır. Bakın bunların kullandıkları deyimler; “Sen yeme ben yiyeyim. İnsan insanın kurdudur. Büyük balık küçük balığı yutar. Düşmanı olmayan bir ideoloji yaşayamaz, bize düşman lazım. Komünizm yıkıldıysa işte yeni düşmanımız, İslam” Bu fikirler ve inançların toplumları felaketten felakete sürükleyeceği açıktır.
Yeryüzündeki bu genel çarpışma sebeplerinin yanı sıra insanları derilerinin renklerine göre de çarpıştırırlar. Sen siyahsın ben beyazım, sen de kızıl derilisin. Sen Kürtsün, ben Türküm, öbürü de Araptır. Ayrıca sen Yobazsın ben ilericiyim, öbürü de mutedildir. Ben laik’im sen laiklik karşıtısın, sen benim yararlandığım haklardan yararlanamazsın, sen Alevisin, ben Sünni’yim gibi… Daha neler, neler…
Bir ülke içerisinde o ülkenin sosyal haritasını çıkartan ırkçı emperyalistler o toplumu bölecek ve birbiri ile kavgalı yapabilecek ne kadar nokta varsa onları bulurlar ve ellerindeki medya aracılığıyla bu yarayı kaşımaya ve tahrik etmeye başlarlar.
Ülkemizde bu gün PKK terörü varsa bu, 30–40 senedir binlerce Batılı ajanının “Barış Gönüllüleri” adıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu’muzda çalışmalar yapmasındandır.