Asr-ı Saadette evlenme işleri ve işlemleri kolay bir şekilde yürütülür, evlenmek isteyen bir insanın önüne her hangi bir formalite konulmazdı. Evlenme talebi damat tarafından gelebildiği gibi gelin adayı tarafından da gelebilirdi.
Evin yiyecek, giyecek ve diğer giderlerini karşılama görevi kocaya aitti. Hanım ev işleri ile meşgul olur, engin merhametiyle çocukları yetiştirerek onları hayatın zorluklarına hazırlardı.
Asr-ı Saadette ele alacağımız evlenme Hazreti Muhammed (s.a.v) ile Hazreti Hatice’nin evlenmesidir. Hz. Muhammed bir dönem Hazreti Hatice’nin ticaret kervanını yönetmiş, bu çalışmasında ahlâkı, çalışkanlığı, dürüstlüğü ve ağır başlılığı ile büyük takdir toplamıştı.
Hz. Hatice, yakını bir hanımla Hz. Muhammed’in evlenme isteğinin olup olmadığını, olursa güzel, zengin ve asil bir ailenin kızıyla evlenip evlenemeyeceğini sordurdu. Hz. Muhammed, “Böyle bir şey mümkün müdür” demesi üzerine, aracı kadın, kendisinin buna yardımcı olabileceğini ifade etti. O sırada Hz. Hatice’nin 40 yaşlarında ve dul bir hanım olmasına mukabil Hz. Muhammed (s.a.v) 25 yaşında ve bekârdı.
Hz. Hatice validemizin vefatından sonra Peygamberimiz onun için; “Ondan daha hayırlı kadın görmedim. Herkes beni tekzip ederken (yalanlarken) o beni tasdik ediyordu” demiştir.
Sevde validemiz; yatalak olan ilk kocası ile birlikteyken, gördüğü bir rüyayı kocasına anlattı. Kocası ona; “Hanımım. Benden sonra benden daha hayırlı biriyle evleneceksin” demişti. Eski kocanın ölümünden ve belli bir süre “İddet” bekleyen Sevde validemizin Rüyası gerçekleşti ve o da Peygamberimizin eşi, bizim de validemiz oldu.
Onlar ölümün hak olduğunu bilirler, ama kocası ölen bir kadının da hayatının kalan kısmını yalnız geçirmesine izin vermezlerdi. Çevresindekiler, nikâhsız kalan bir kimsenin hemen yardımına koşarlar, onun yeniden nikâhı altına girmesini sağlarlardı. Böylece “Sizin şerlileriniz, nikahsızlarınız (bekar, dul ve boşanmış) dır” Peygamber hükmüne girmekten çok korkarlardı.
Asr-ı Saadet toplumu, evleneceği insanın bekâr, dul veya boşanmış olduğuna değil, insanlığına ve ahlakına bakardı.
İnsanların evlenmeleri ve boşanmaları da büyük formaliteler gerektirmez, bunlar kolay ve seri bir şekilde yapılırdı. Bir kadının nikâhı kimin üzerineyse boşamaya yetkili şahıs da o olurdu. Şu kadar ki, boşanma toplumun inançları açısından hoş karşılanmaz, Peygamberimizin, “bir talak (boşanma) olursa arş titrer” Hadis-i Şerifi, evlilik hayatı boyunca eşler tarafından gözetilirdi.
KADIN HAKLARI
Bir gün bir kadın, Allah Resulünün ve bazı sahabelerin bulunduğu bir topluma geldi ve “Ya Resülaallah. Ben nefsimi sana hibe ediyor ve mihirsiz olarak eşiniz olmak istiyorum” dedi. Bu sözünden sonra da uzun müddet ayakta bekledi.
Peygamberimiz cevap vermeyince, oradaki mü’minlerden biri; “Ya, Resulallah. Bu kadını siz nikâhlamıyorsanız onu benimle evlendirin.” dedi. Peygamberimiz o şahsa, “Yanında mihir olarak verecek bir şeyin var mı” diye sordu. Adam; “Hiçbir şeyim yok. Ya Resulallah” diye cevap verdi. Allah Resulü; “Kur’an dan ezber bildiğin sureler var mı?” Adam da; “ Evet var, ya Resulallah. Şu şu sureleri bilirim” diye cevap verdi. Peygamberimiz de ona; “Ezber bildiğin sureleri ona öğretmen karşılığında bu kadını sana nikâhladım.” dedi. (Buhari 13. baskı 11/292–1803)
Bir hanım düşünün, birçok erkeğin bulunduğu bir ortamda, gözüne kestirdiği bir erkeğe bir ciddiyet içerisinde seninle evlenmek istiyorum desin(!) Uzun müddet ayakta cevap beklesin. Kendisine, eşi olmak istediği bir insan değil de maddi hiçbir varlığı bulunmayan bir adam talip olsun. Hem de. Mihir kadının hakkıyken, Kur’andan sure öğretmek kadının mihri olsun.
Asr-ı Saadette bir kadının sahip olduğu “kadın hakkı”nı görüyor musunuz? Peygamberimizin de içinde bulunduğu 5–10 kişilik bir guruptan bir kişi çıkarak; “ Dur be kadın. Burası böyle taleplerin yapılacağı yer değil. Çık dışarı.” veya “ Behey kadın. Bu sözleri böyle mümtaz bir toplulukta söylemeye utanmıyor musun? diyerek onu kapı dışarı etmiyor.
Kadındaki medeni cesareti takdir ediyor musunuz? Bugün yeryüzünde kendini medeni sayan hangi ülkede bir kadın bu ciddiyet içerisinde ve bu cesarette, evlenme gibi mahrem bir konuyu birçok kişinin ortasında açıkça isteyebilsin. Ve isteğinin yerine gelebilmesi için uzunca bir zaman ayakta beklesin. Yılışmasın ya da utanıp sıkılmasın. Eşi olmak istediği insan değil de, cebinde beş parası bulunmayan ve mihir olarak hiçbir şey veremeyen gayet fakir bir başka adamın kendine talip olmasına rıza göstersin.
NİKÂHIN ÖNEMİ
Doğumlarda kız çocuklarının erkek çocuklarından daha çok doğmaları ve harplerde erkeklerin daha çok ölmeleriyle tarihin her döneminde ve her ülkede, kadın sayısı erkek sayısından fazla olduğu görülmektedir. Toplumlar kendi bireylerinin mutlu olmalarını sağlayacak yasalar çıkarmış, kurallar koymuşlardır. Tek eşle evlenme esasına göre hareket eden ülkeler de, evlenemeyerek açıkta kalan ve fakat en tabii insan hakkı olan, “Bir erkeğin nikâhı altında olmak, cinsel ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamak, yabancı erkeklerin şehvet ve zevk aracı olmamak, anne olabilmek ve evlat yetiştirmenin hazzını yaşamak gibi…” hakları kendi kadınlarına nasıl sağlamışlar? Asr-ı Saadette, bu türlü sorunlar, durumları uygun olanların bir den fazla evlenmelerine izin vererek sağlanmıştır ve buna “Taddüdü zevcat” demiştir.
İslam da yasak olan sadece zina değildir. Hüküm; “zinaya yaklaşmayınız” şeklindedir ve insanları zinaya götürebilecek bütün yollar (gözle bakmak, kulakla işitmek, burunla koklamak, elle tutmak ve ayakla gitmek gibi) kapatılmış, onlar da yasak kapsamına alınmışlardır. Bunun yan ısıra karşı cinsin tahrik olmasına sebep olabilecek her türlü davranışlar da aynı yasak kapsamında bulunmaktaydı.(Açıklık-saçıklık, karşı cinsi tahrik edecek koku, ellerin tutuşması, kulaklara gelen ve insanları tahrik eden sesler, şarkılar gibi.)
Zina; bir erkek ve kadının nikâh yolunun dışında nikâhsız olarak birlikte olmaları ve/veya cinsel ilişkide bulunmaları şeklinde ifade edilmektedir. Bu yasağın, sosyal bünyemizde sayılamayacak kadar çok tahribatı bulunmaktadır.