“Allah’ım!..Bana değiştiremeyeceklerimi tevekkül içinde kabul edecek vakarı, değiştirebileceklerimi değiştirecek cesareti ve ikisi arasındaki farkı anlayabilecek aklı nasip et.” [Reinhold Neibuhr]
Farkları ayırt edebilmek için Feraset sahibi olmak gerek. Zaten Müslüman, yaşamının her anında ferasete ihtiyaç duyar, duymalıdır da. İyi ile kötüyü, yanlış ile doğruyu, adalet ile zulmü ve en önemlisi de hak ile batılı ayırt edebilmelidir. Ama sadece ayırt etmek yetmeyecek, iyinin, doğrunun, adil olanın ve hakkın hakim olması uğrunda canla başla çabalayabilecek Dirayet ve Cesarete de ihtiyaç vardır.
İnsanlar olarak, bu alemde bir imtihan geçirmek için var edildiğimizi unutmamalıyız. Yaşamımız boyunca çeşitli meşakkat veya mükafatlar ile imtihana çekiliriz.
“Gerek yerde gerek kendi canlarınızda meydana gelen (afet,hastalık gibi) herhangi bir musibeti yaratmamızdan önce o mutlaka bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmıştır. Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır.” [Hadid Suresi ,22]
Bu ayetten anlaşıldığı gibi Allah’ın takdir ettiğinin dışında insan’ın başına bir musibet bulaşmaz. İnsanoğlu da geçireceği imtihan neticesinde tekamül basamaklarını aşıp olgunluğa doğru yol alacaktır.
Bu hususta Konfüçyüs’de şöyle söylemiştir; “Elmas nasıl yontulmadan kusursuz olmazsa, İnsanda acı çekmeden olgunlaşamaz.”
Müslüman şahsiyette olmazsa olmazlardan biride Fazilet’tir. Yani erdemli, doğrulukçu ve iyilikten yana olmakta Mümin’in önemli vasıflarındandır. Müslüman etrafındaki olaylara karşı ilgisiz kalıp “Bana ne, benimle ilgisi yok, nemelazım, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” demesi düşünülemez. Bu anlayışta olan kişi eğer ben Müslümanım diyorsa onun imanı son derece zayıftır. Her olay bizleri ilgilendirmelidir.
Peygamberimiz; “Sizden biriniz bir kötülük görürse onu eliyle, eliyle düzeltemezse sözle düzeltsin, söz ile de düzeltemiyorsa kalben buğz etsin. Ancak bu sonuncusu imanın en zayıf halidir.” diye buyurmuştur.
Buğz etmek imanın en son noktasıdır diyen Peygamberimiz “Nemelazımcı” olanları acaba ne olarak vasıflandırırdı dersiniz?
100 yıl önce Emperyalist ve Siyonistlerin kustukları zehirlerle koltuk sevdasına kapılan Arap şeyhlerinin mahiyetindeki bir takım zevatlarla Osmanlıya karşı yaptıkları başkaldırılarını bütün bir Müslüman Arap alemine mal etmek haksızlık olacaktır. Kişiliksiz, cibiliyetsiz Arap liderleri yüzünden şu an Ortadoğu’da yaşananlara ilgisiz kalmak olmaz. Hele hele; “Oh olsun, zaten Araplar bizi arkadan vurdular” gibi bir söz sarf etmek Müslüman bir şahsiyete hiç yakışmaz.
Komşumuz Irak’a karşı girişilen savaşlarda Türkiye olarak Müslüman Iraklılardan değil Batılı vampirlerden yana olduk maalesef… Şimdi Iraklılar, Araplar; “Türkler bizi arkadan vurdu” deseler acaba hoşumuza gider mi? Şunu söylemek istiyorum, bazen o ülke insanının elinde olmayan sebeplerle, ülkenin başında olanlarca yapılmış yanlışlardan dolayı bütün bir millete düşmanlık etmek adil bir tutum olmaz.
Birde şu cepheden düşünelim; bilinçsiz ve cahil bir Müslümanın yaptığı bir hatalı işten dolayı birileri kalkıp, inancımıza, İslam’a bir söz söylese olur mu?
“Doğudaki bir Müslümanın ayağına batan diken batıdaki Müslümanın kalbini ağrıtmıyorsa o Mümin kamil imana sahip değildir.” Hadis-i Şerifi ışığında “Banane, Nemelazım” diyenler uzun uzun düşünseler iyi ederler.
İnsan her olaydan sorumlu tutulacaktır. Ancak bu sorumluluktan üzerine düşeni ifa edenler kurtulabileceklerdir. Size bu sözümü pekiştirmesi açısından hemen şimdi Asr Suresinin mealini okumanızı tavsiye ederim.
Bugün dünyanın neredeyse her köşesinde Ümmet-i Muhammed zulme uğrarken, İslam ayaklar altında çiğnenmek istenirken, diğer Müslümanların vurdumduymazlıkları ve rahat yataklarında uyumalarına Allah (c.c) razı gelir mi?