“Basın, istenilen herhangi bir fikri tekrar ede ede nihayet doğru imiş gibi kabul ettirir.”
Aziz dostlar, bizleri yeni bir yıla daha kavuşturan Rabbimize şükürler ederek başlamak istiyorum. Bizlere geçmiş günlerimizin mukayesesini yapabilme ve ileriki günlere hazırlık ve kendimizi toparlama fırsatı veren Allah’a (c.c) karşı olan görev ve sorumluluklarımızın farkına vararak yaşayacağımız hayırlı bir yıl geçiririz inşallah.
İdeal toplumu oluşturan 3 temel unsur vardır. Bunlar; 1- İlmi ayak. 2- İktisadi ayak. 3- Hukuk ayağı.
Bu unsurlar birbirinden ayrılmaz parçalardır. Vücuttaki organlardan birisini, artık buna lüzum yoktur diyerek kesip atmak ne kadar saçma ise ideal toplumun unsurlarından birinden vazgeçmekte o kadar saçma olacaktır. O zaman vücuttaki aksaklık ve tökezlemeler gibi toplumun düzeni de tökezlemeye başlar.
Gelin ilmi yönden ne durumdayız kısaca bir bakalım. İlmi ayağı oluşturan temelleri, hem fenni hem de imani olmak üzere ikiye ayırmak gerekecektir. Fatih projesi diye bir projenin reklamları çokça yapıldı biliyorsunuz. Neymiş efendim, her sınıfa akıllı tahta yapacağız, her öğrenciye bilgisayar vereceğiz!.. Sonra, biz okul kitaplarını ücretsiz dağıtıyoruz!.. Şişirdikçe şişirdiler bu “fatih projesi” balonunu. Her sınıfa akıllı tahta uygulaması yalan, böyle bir şey yok!.. Çevremizdeki birçok insan ve bizde dahil çocuklarımız ilkokula başladığı yıl öğrenci başı (aidat hariç) 150-200 TL bunun için ücret talep edildi ve itiraz kabul edilmedi. Her çocuğa bilgisayar uygulaması yalan, böyle bir şey de yok!..
Hademe tutulamadığı için öğrencilerin temizlikçi gibi kullanıldığı bir tablo var ortada arkadaş. Öğretmenlerin kullanacağı bilgisayara varana kadar velilerden para toplanıyor, sen hangi fatih projesinden bahsediyorsun. Gelelim ücretsiz kitap dağıtımına, bir tek doğruları bu, ama bundan da bir rant işlediği aşikar. Ücretsiz dağıtılan kitapların beş para etmediğini öğretmenlerde bildikleri için ilave yardımcı kitaplar aldırıyorlar ki haklılar. Ama görüyorsunuz ya, sistem kurulmuş. Kitap basımı bile birilerinin rantı olmuş, başka bir söze gerek var mı, siz anladınız artık kıymetli dostlar. Sözde fatih projesini çok güzel uyguladılar, o bitti, şimdide dershanelerin kapatılmasının eksikliğini giderecekler ve okullarda etüt derslerini çoğaltacaklarmış. Hadi hayırlısı…
Dindar nesil yetiştireceğiz demelerinin üzerinden 2 yıl geçti. Bu geçen 2 yılda siz nasıl gördünüz gençlerin ahlak ve maneviyat yönünden gelişimlerini, bir fark var mı? Fark görüyor musunuz? Keşke evet olsaydı bu sorunun cevabı!.. Ama evlatlarımız her geçen gün bataklıklara doğru sürükleniyor. Hükümeti ya da bazı siyasi görüşleri sevmememiz onlar hep başarısız olsun, hep ellerine yüzlerine bulaştırsınlar da bize de malzeme çıksın, fırsatını bulup hemen hücuma geçelim diye bir beklenti içinde değiliz. Bunu net söylüyorum. Biz bir takım endişelerimizi dile getiriyoruz. Yoksa, bu devlet bizim, bu mukaddes bayrak bizim, bu gençlik bizim. Hepimiz aynı geminin yolcularıyız, bu gemi battığında bizimde sizinde gideceği bir yer yok. Haa!.. birilerinin bir yerlerde yeri hazırdır aslına bakarsanız. Ama zaten onlar hiçbir zaman bizden olmamış, münafık, ikiyüzlü hainlerdir. Tarih er ya da geç gerçekleri ortaya çıkaracaktır. Tarih demişken, alın size bugünleri anlayabilmemiz için tarihi bir vesika…
Haham Reichorm’un 1869’da Prag’da verdiği konferanstan;
“Başlıca bankalar, bütün dünyanın borsaları, bütün hükümetlerin kredileri elimizde bulunuyor.
Elimizde bulunan kuvvetlerden biri de basındır.
Basın, istenilen herhangi bir fikri tekrar ede ede nihayet doğru imiş gibi kabul ettirir.
Demokrat rejimi durmadan övmek suretiyle Hıristiyanları siyasi partilere ayırarak milli birliklerini
yok edecek, aralarına nifak sokacağız. Bu suretle Hıristiyanların bizzat kendilerine yaptıracağımız ihtilalleri hazırlayacağız ve bu ihtilallerin semeresini biz devşireceğiz.”
Bakın Siyonist Yahudi dünya düzenini nasıl kurmuş. Yukarıdaki ifadeler Hıristiyanlar için söylenmiş olabilir belki ama biz Müslümanlar içinde geçerli.
Bir de iktisadi yönden durumumuza bir bakalım. Hazine müsteşarlığı hey ay basına Türkiye’nin borç stokunu açıklıyor aslında. Ama maalesef insanlarımızın kafasına vura vura anlatsak da bir türlü gerçekleri göremiyor. Büyülenmiş ve narkozlanmış bir toplumla karşı karşıyayız. Türkiye’nin borç stoku 2002’de 220 milyar TL iken şimdilerde 700 milyar TL olmuş. Bu ne demek, doğmamış torunlarımız bile borçlu demek elbette… Devletin TÜİK’in açıkladığı açlık sınırı 1250 TL iken 2015 için asgari ücret 950 TL de kaldı. Başbakan ve bakanların danışmanlarının günlük kazançları bile bir asgari ücretliden fazla olduğu bir zamanda başka neden söz edilebilir ki? Yine 2002’de 25 kadar dolar milyarderimiz varken bugün 100’den fazla dolar milyarderi var ülkemde. Gelir adaletsizliği hiçbir hükümet zamanında olmadığı kadar fazla.
15 günlük laleler için milyonlar, anlık eğlence ve kutlamalardaki havai fişek gösterileri için milyonlar, tema park için milyonlar, Ak Saray için milyarlar harcayan ülkem çooookkk zengin!..
Ama gazimizin protez bacağının parasını talep eden, pazarcı vatandaşın kaybını bildirdiği, ama bulunmasına rağmen 7 yıldır haber verilmediği için 7 yıllık otopark cezasını ödemesi istenen ülkem çookk fakir!..
Sağlıkta köklü değişiklikler yaptık. Her vatandaş sağlıktan eşit faydalanacak yalanları. Kimse sağlık yönünden mağdur edilmeyecek edebiyatı. Hepsi çöktü, bitti, ellerine yüzlerine bulaştırdılar. O kadar çok sağlık sorunları var ki, saymakla bitmez. Tabi ki, bu yaşanan sorunları gösteren medya sayısı yetersiz. Birçok medya kuruluşu satın alınmış durumda ve kendilerine ne söyleniyorsa o kadarını yayınlıyorlar.
Allah (c.c) aşkına biraz aklımız ve vicdanımızla bakalım çevremize, içinde olduğumuz topluma. İyi gözlemleyelim gidişatımızı.
En basit birkaç örnekle ekonomimize bir bakış yapalım isterseniz. Toptan fiyatına perakende satış yapan zincir marketlerin fiyatlarını şöyle bir gözden geçirelim. 1 sene önce 1 kiloluk kaşar peynirinin fiyatı 10-11 TL iken bugün 16-17 TL, 1 kiloluk tereyağının fiyatı 12-13 TL iken şimdi 19-20 TL olmuş. Bu ne demek, en az % 50 zam demek. Yıl boyu her ay küçük küçük zamları uyguladıkları halde elektrik, su ve doğalgaza 1 yıldır zam yapmadık artık zam yapmak zorundayız yalanını söyleyecek kadar pişkin durumdalar.
Hukuk yönünden gidişatımızı maalesef konuşmaya hiç gerek yok. Eşkıyalık yapan, hortumculuk yapan, usulsüzlük yapanlara değil, mazluma, garibe ve namuslulara güç yetiren bir adalet sistemine alışmamız isteniyor sanki. Yargıdaki gelişmeleri ibretle seyrediyoruz sadece…
Üstat Cemil Meriç’in ifadesiyle; “Hukuk, zayıf sineklerin takılıp kaldığı, güçlülerin ise delip geçtiği bir tel örgü olmamalıdır.”
Hep olumsuzluklar söz konusu ise nasıl ideal toplum hayali kuracağız diyorsunuz değil mi? Her birimiz başımızı iki elimizin arasına alıp iyice düşüneceğiz. Furkan sahibi, şuurlu insanlar olmak için dua ederken bunun için çabamızı da göstereceğiz.
Aslında bizim ideal toplum olmamızdan uzaklaşarak parçalanmamız ve yok olmamızı isteyenler nasıl bu günlerde BOP planını devreye sokmuşlar ise bir zamanlarda benzer planlar devreye sokulmuştu.
Bu sinsi planlardan birini sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Hayim Naum Lozan Antlaşması esnasında İsmet İnönü tarafından Lozan’a götürülmüş Mısır Hahambaşı’sıdır. İnönü, Hayim Naum’u Lozan’a götürerek batılı devletlerin Türkiye’ye karşı olan sert tutumunu yumuşatmak istemiştir. Fakat Haim Naum, gizli kapılar ardında batılılarla anlaşarak şu meşhur 7 maddelik doktrinini sunmuş ve batılı devletleri Lozan’da ikna etmiştir.
1 – Türkiye’de işsizliği arttıracaksınız. [İstihdamımız ortada]
2 – İnsanları aç bırakacaksınız. [Asgari ücret açlık sınırının bile altında]
3 – Borca esir edeceksiniz. [Kredi borçlusu yok gibi]
4 – Dininden uzaklaştıracaksınız. [Maneviyat yerle yeksan]
5 – Mezheb, ırk ve siyasi görüş olarak böleceksin. [Çözüm değil çözülme sürecini yaşıyoruz]
6 – Böldüğün parçaları birbirleriyle çarpıştıracaksın. [Birbirimize gireli çok oldu]
7 – Bu parçalanmış ve yeterince yumuşamamış lokmaları alıp Siyonizm’in hizmetine sokacaksın.”
Maalesef bu 7 maddelik plan, içinde olduğumuz toplumun büyük çoğunluğunu içine almış durumda. Bu durum karşısında moral bozmadan silkinip kendimize gelmemiz gerekmektedir. Milli ve adil bir ilim, iktisat ve hukuk düzenini ikame etmemiz gerekmektedir. Adil düzen hepimizin hakkıdır.
Bir toplumu dolayısıyla da devleti ayakta tutacak dört şart vardır.
“Bunlar; 1- Alimlerin ilmi. 2- Yöneticilerin adaleti. 3- Salih insanların duaları. 4- Bunlar yok olduğunda bunları yeniden getirebilecek cesur insanların varlığı…”
İşte bizler, kıymetli dostlarım bu ağır yükü omuzlarına alan cesur yürekli insanlar olmak için gayret etmeliyiz. Hiç olmazsa bu safta yer aldığımızı haykırmalıyız. Şartlar değiştiğinde bukalemun gibi gömlek değiştirenlere inat bu yola baş koyanlardan olmak ne büyük bir şereftir.
Son olarak merhum Erbakan Hocanın şu sözü ile bitirmek istiyorum.
“Batıl bir davada zirve olmaktansa, Hak bir davada zerre olmayı yeğlerim.”